Biyopolitika, güvenlik ve Frontex'in Türkiye-Yunanistan sınırındaki rolü
DOI:
https://doi.org/10.33182/gd.v1i1.548Özet
Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından, ulus ötesi etkileriyle küresel gelişmeler, güvenlik konusunda çalışan akademisyenleri, politika yapıcıları, siyasetçileri devlet-merkezli ve askeri-odaklı güvenlik tanımının ötesine taşımıştır. Bu dönüşümle, kalkınmayı güvenlikle ilişkilendiren söylemler de ivme kazanmıştır. Bu söylemlerin ve güvenlik ile kalkınma arasında kurulan bağın göç ve hareketlilik olguları üzerinde de önemli etkileri olmuştur. Zenginler, vasıflı işçiler, “gelişmiş” Batı’nın turistleri serbest dolaşım hakkından sorunsuz bir şekilde yararlanırken; aynı hakkı kullanmak isteyen, sığınmacıları, mültecileri, fakir, vasıfsız ve “düzensiz” göçmenleri kapsayan ve “artık nüfus” olarak nitelendirilebilecek gruplar yoğun ve sert teknolojik/bürokratik kontrol ve güvenlik pratiklerine maruz kalmaya başlamıştır. Bu pratiklerden bir tanesi, Avrupa Birliği’nin (AB) dış sınırlarını bu “istenmeyen”/”artık nüfusa” karşı korumak için faaliyete geçirilen Frontex’in kurulmasıdır. Operasyonel ve kurumsal yapısı itibariyle militarize bir organ olan Frontex, “artık nüfus”tan doğabilecek sözde tehditlere karşı bir kontrol teknolojisine dönüşmüştür. Bu çalışma, biyopolitikayı bir yönetim teknolojisi olarak ele alan Foucaultcu yaklaşım temelinde, bu değişim ve gelişmeleri eleştirel bir yolla çözümlemeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken, ilk olarak, AB’nin göç rejimini şekillendiren ve biyopolitikanın bir yansıması olan kalkınma ve güvenlik arasında kurulan bağ tahlil edilmiştir. Daha sonra, Frontex ve Frontex’in Türkiye-Yunanistan sınırındaki rolü incelenerek bu tahlil daha somut hale getirilmiştir. Son olarak, Frontex’in operasyonlarının göçmen haklarını ihlal ettiği ortaya konmuş ve bu nedenle AB ve ilgili devletler tarafından geliştirilen biyopolitik göç rejimine karşı insan odaklı, eleştirel bir siyasi duruşun geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
ENGLISH TITLE & ABSTRACT
Biopolitics, security and the role of Frontex on the Turkish-Greek border
Following the end of the Cold War, global developments with their transnational effects have induced security scholars, policy makers and politicians to move beyond state-centric and military-focused conceptualization of security. In this transformation, discourses linking development to security have gained momentum. To put it differently, “liberal” states of the West have constructed a biopolitical distinction between “developed” and “underdeveloped” populations and administered the latter as a security threat to the former. Such framings and the nexus between security and development have had important repercussions for the mobility of people. The rich, skilled labours, tourists from “developed” West have come to enjoy the right to free movement without much of interruption. On the other hand, the “surplus” population, including asylum seekers, refugees, poor, unskilled and “irregular” migrants have been exposed to intense technological/bureaucratic control and surveillance practices. One of them is the introduction of Frontex for policing the European Union (EU)’s external borders against this “unwanted”/”surplus” population in conformity with new discourses linking development to security. This militarized body equipped with war-like devices has turned into a technology of containment related to the so-called threats stemming from “surplus” population. On the basis of these transformations, this paper aims to problematize and unpack these issues through building upon Foucauldian approaches on biopolitics as a technology of government. In particular, the paper, first, deconstructs the nexus between development and security in the EU’s migration regime. This analysis is made more tangible by looking into the activities of Frontex on the Turkish-Greek border. Finally, this paper draws the attention to the human rights implications of this security architecture and resultant practices.